Kırmızı Lark Hassasiyeti
Dedesini kaybetmiş bir çocuk nasıl ağlıyorsa
öyle ağlıyordu. Alacahırka Mezarlığı’nda, mezarın başucundaki tümseğe tünemiş
kıhır kıhır ağlıyordu. Canım çocuk. Canım çocuk, içini nasıl da çekiyordu. Birazcık
yüreğiniz varsa içiniz burkulurdu. Dedesini de pek sevmezdi. Dedesi yaşarken
onu sevip sevmediği üzerine hiç düşünmemişti, herhalde ölüm ona dokunuyordu.
Hikmet Dayı kırmızı kamyonu fırının önüne
çekmişti. Olayın afilisi kırmızı fatih, göğsünü kabartmış duruyordu. Osman
Amca, Hikmet Dayı'nın elini sıktı, “Hakkını helal et” dedi, eline 3 - 5 mavi kâğıt
sıkıştırdı. Hikmet, minnet belirtisi olmadan fatihe seğirtti. Şöyle bir eğilip
kamyonun altını kolaçan etti. Hikmet'in kalbi buz tutmuştu.
Çocuk mezara tünemiş kukumav kuşu gibi,
ağlıyordu. Öyle ağlıyordu ki babası kalabalığın arasından ve allah
büyüktürlerden sıyrılıp geldi yanına. Ensesinden tuttu kedi gibi, “Git yüzünü
yıka, bi paket de kırmızı lark al bana,” dedi. Çocuk burnunu genzine çekti.
Duvarlara kıraktan arşınladı mezarlığı.
Mezarlık girişindeki çeşmede yüzüne iki
su çarptı da çamurlandı. Üçüncü avucu akıl edemeyecek kadar oğlan çocuğuydu.
Bakkala girdi. Kırmızı larkı isterken, gözleri posta gastesindeki memelere
takıldı. Ürperdi, burnunu genzine kadar çekti. Bakışlarını yakalayan bakkala,
karşı tezini savunur gibi dedelendi. “Dedemdi ölen, benimki öldü,” dedi.
Şortunun pipi yerini yukarı doğru çekiştirdi. “Dedem öldü,” dedi. Vay be dedem
ölmüş, dedi iç sesi. Bakkaldan çıktı.
Alacahırka Mezarlığı dağa sunulmuş bir
bismillah gibiydi. Çocuk, bakkaldan çıkıp mezarlığı karşısına aldığı vakit,
ellerini "manyak" gibi sallayan bir kız fark etti. Kız ellerini bir
şeyler anlatmaya çalışır gibi öne doğru tekrarlıyordu, çocuk kızın dudaklarına
baktı, yok, oynamıyordu. Kız “kafadan kontak” herhalde diye düşündü. Güzel mi
diye yüzüne baktı, ufaktı ama veletti hani. Kız yüzünü yana eğmiş "cıvatayı
sıyırmış" gibi yürüyordu. Mezarlıkta megafonlarla mevlit okunuyordu, kızın
boğazında iki "hık" düğümlenmişti, kimse gözlerinin dolduğunu fark
etmezmiş gibi çenesini titretiyordu. Yüzünde de meymenet yoktu. Kız çocuğun önünden
geçti gitti, bal gibi kokuyordu. Kapının önünde Osman, Hamdi, Necati Amcalar
sigara içiyor, konuşuyordu. Bir dede ölmüştü ve bu dede günü böyle
anlamlandırıyordu.
***
Bir gece, yine yalnızlığımın bir damper
gibi bağrıma çaldığı bir gece kayda değer hiç ama hiçbir şey olmadı. Ama o
gecenin ertesi günü, bir şeyler olur gibi oldu. Fotokopi makinesinin arkasından
bana gülümsedi. Döner sandalyemden O’na gülümsedim. O gülümseyiş bir “aah”
edişti kadere, "anca mı?" ya da "hadi!" içeriyordu. Tak
etmişlik vardı ve kader şaşırtmadı. Vasatıyla uğurladı. “Haydi” dedi, “ben
aradan çekiliyorum.”
O andan itibaren hayatımın arka plan
müziği oynak kanun sonatları oldu. Bir gece yine yalnız olmayışım hayatımda hiç
ama hiç bir hisse sebebiyet vermezken 9 yaşındaki kızım bana,
"Ucube," dedi. 9 yaşındaki kızımın söylediği bu kelime üzerimde hiç
ama hiçbir hisse sebep olmadı demeyeceğim. Kızıma bir tokat attım. Yüzüme bir
tokat yedim. Balkona çıktım. Çimenliğe tükürdüm. Yıldızlara baktım. Ağladım.
Bayadır ağlamamıştım. Ne güzel söyledi, dedim. Şöyle bir güldüm. 13 sene önceye
döndüm. Bu sabah odamda yerini değişmiş bulduğum -sütyen çekmecesinden, külotların
arasına konmuştu- defterim bana kendini bir delil gibi sundu.
***
14 Eylül
2014
“Bana, ‘Sen artık yemek yapma’ diyecekti
gülerek, ben dilimde onlarca cümle sırt sırta çarpışmışken "Sen insan
değilsin." diyecektim. Siz bana kaba diyecektiniz; siz bana kaba demeden
benim kalbime ağrılar girecekti. Farkındaydım, neler biliyordum, gözlerim iki
yaka arasında dikişteyken ben Sezen'i tasdikliyordum. Ben yürürken ellerimi öne
tekrarlıyordum, sonra kendime, benzeri yapıldı diyordum. Kendim hakkında onlarca
şey biliyordum. Kendim hakkında onlarca şeyi size açıklayamıyordum.
---
Sonra size bir hikâye anlatasım geliyor.
Kulağıma çalınıyor bir yerlerden çocuk ölülerinin dondurma dolaplarında
taşındığı. Sonra daha kötüsünü duyuyorum, fatih kamyonetlerle teker üstü
gidermiş dedeler. Öyle üzülüyorum ki yazamıyorum. Ben size hikâyeler anlatmak
için simsar gibi geziniyorum. Gelin görün ki orospular gibi gülemiyorum.
Boynumu yana eğerek yürüdüm tüm ara
sokakları. Evlere varacak gibiysem yeni cümleler hazırladım kendime. Sunumu iyi
yapmalıydım. Ben size, ölümler tasarladım, ayrılıklar hatta. Sevişmeler ve
kavgalar çerez.
Ben size yazmasam ucubeliğimden yatacak
yer bulamam. Ben hırkamı savurmazsam aynalara hiç bakmam. Boğazıma iki
"hık" için her şey ve çoğu şey.
Bakın sene iki bin on dört. Sırtımı küçükten
bir çınara yaslamışım. Elimi koyduğum bir değirmen çemberi. Çayımı içiyorum ve
sigara ve şiir, sinematografisi ve gözlerimin alabildiği, anlatabilme isteğim
ve tüm bunlar çok heyecanlı geliyor. Rutinime tapıyorum. Oradan birkaç cümle
çalınıyor kulağıma. Hayır, dondurma dolapları değil, belki de tahsilâtçı
Hikmet'in, ud çalan kızı İsmet çalınıyor. Elazığlardaki bilmem kim şehirlerdeki
Beyzade Türbeleri çalınıyor. Kabarıyorum, elime bir kalem alıyorum ama ben
koşuyorum ve size bir iki cümlede anlatıveriyorum bunları. Kalem bela okuyor.
Kardeşine kıyamayan küt saçlı kadını
anıyorum birkaç saniye. Hikâyesi güzel geldiği için üzülmüyorum ona. Bu müzik
diyorum, bu ahenk… Acılar çekilsin. Acılar çekildikçe uzasın, diyorum, üstüne
bir ah çekiyorum. Bakın bir kez daha diyorum boynumu eğerek yaşadım dünyayı.
Omzuma değmekten korkan saçımı derin sulara attım. Gidelim Nazan.
Saç demişken anlatayım. Rüyamda gördüm: Vapurun
demirine yaslanmış çocukluğuma haykırdım. “Sen benim çocukluğumsun, biz şu an
iki aynı insanız, bana inan!” dedim. Ölü balık gözleriyle bana bakan miniğin yüzüne
öyle haykırmak istedim ki inanın ağzımı açınca içime evreni almak istedim. Daha
nasıl anlatayım, ben nasıl tamam olayım?
Şimdi nasıl başladığımı bilmezken
bitirmem şaşkınlık içerecek. Bitirmek olası değil bu korkaklıkla. Bakın ben
size aynı cümleleri tekrarlamıyorum. Ben, elimi size doğru tekrarlıyorum, tasdikliyorum,
allah kahretsin kahretmeyi çok seviyormuş gibi. Siz bana bunu neden
yapıyorsunuz?
Kitapları içme isteği duyuran insanlar
vardı, ishal olmuş gibi koşardın evlere. Allah israfı sevmiyor. Ben israfı
sevmiyorum. “Nazan neden yaptı bunu?” diyorum. “Bilsem bana herkes inanırdı.” diyor.
Sonra aklıma bir fikir geliyor, her şeyin
bir şeye devşirmesi için. Bir boka yaramayacak ama diyorum, kim bilir hangi
dile pelesenk olurum. Yıldızlara bakıyorum. Cakasına tav oluyorum. Şükür ve
illallah."
Yorumlar
Yorum Gönder