Kayıtlar

2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
Gücüme gidiyor, tıpkı anneannemin dediği gibi ‘öyle sıkma kendini oh kızım bak guatr olursun’ anında, kendini sıka sıka ağlarken yazmaya çalışmak. Ne için ifade etmeye çalışıyorum tüm bunları? Neyin, hangi elde kıymeti var? Neden bu iletim çabası? Çok içinde teklik bu. Çokluğa bir türlü ulaşamamanın kahrı. Bu kahrın her vakit sana sinsice sokulması. Ne yapıyorduk ama? Sırtlan. Hep yaptığın gibi. Ama çıkarma işte o bohçadan bir şeyler, gül dağıtır gibi soyut dikenler verme millete, desem de kendime, allah kahretsin hep bunlar söylendi diye yollar oralara çıkıyor ama, yazmazsak deliririz belki. Kimimiz öyle. Yazmaktan başka çaremiz yok. Nasıl da romantik duyuluyor değil mi? Kahrı bilseniz keşke , bilmenizi dilerdim. Bu yazmak, belki sihir yaratır diyorsun, içselleşir diyorsun, kimden olursa. Her an umuyorsun. Ama yok. Çoklukta teklik. Gücüme gidiyor birçok şey, eyvallah. Bire beşi görmek, ona buyu görmek, dağıtılan payı görmek, benim payıma düşeni görmek gücüme gidiyor, eyvallah. K

Günce: Hüdayi Yokuşunda Bir Katır

Yükü ağır bir katır gibi yere çökecekmişim gibi geliyor. Yokuş çıkarken, aniden. Öyle ani olacak ki insanlar, bu katır öyle katır değildi, diyecekler. Herkes, nihai sonumu bellediğim hareket ile birlikte zamanla alışacak bu duruma. Bazı katırlarda da bu böyle oluyor, diyecekler. Bir süredir yokuş çıkıyorum. Oldukça aziz yokuşlar bunlar. Mistisizmi bol ama ürperti sınırına ulaştırmıyor kimseyi. Azizler çiğ köftecilerle karşılıklı olunca, insanın şaşırdığı daha çok bu alakasızlık oluyor, o da işi olup-olmayıp düşünen için. Yokuş çıkıyorum evet. Bu yokuşları çok aramadım hayır, çünkü bu da soruldu bana. Çeşitli internet mecralarında evlerin, yokuşların zirvelerinde olduğu yazmıyor. Daha çok, semtin en nezih mahallesinde, iskeleye beş dakika gibi tanımlamalarla karşılıyor sizi evler. Yanlarında beliren sayıları şöyle bir tartıyorsunuz cebinizde, ona göre eliniz gidiyor da basıyorsunuz kliğe. Ben o gün bir de evin tavanında tahta kaplama gördüm, bir tarafı gittikçe alçalan, çatı katı de

bende yahudalık da yok

Yalnızlık melankolimizin otoyolu olmuş değil mi? Etraflıca donanmış halde bile olsak şikâyet ettiğimiz ama bir yandan da pazarlamasını yaptığımız bir şey elimizde. Ama bazı insanların isteseler de yalnızlıkla ilgili herhangi bir ilişkide bulunamayacakları inancındayım, duygusal ya da fiziksel. Yalnızlığın kendine iliştirilmediğini düşünen insan bu dediklerimi asla anlamayacaktır. Yalnızlıktan şikâyet edilse de ya da biraz yalnız kalınmak istendiği söylense de bu yargılar benim kafamdaki “yalnızlık” mefhumuyla bir hayli zıt düşüyor. Kimi istese de bunun travmasını yaşayamaz. Yalnız olduğu ya da kalabileceği şeklen ve hissen zihnine uğramamıştır. Bu yüzden mutlu halde gezer. Kimi ise her kiminle birlikte ve mutlu olursa olsun ruhuna iliştirilmiş bir “yalnızlık” illeti-serveti(?) vardır. Ne yana kaçsa da kurtulamaz ondan. Ondandır ki kalabalığa ya da ikili mucizelere rağmen yetinemez, sesi daha hırçın çıkar, gözü derindir ve ışıkta bakılırsa farklı tepkiyebilir. Yalnızlığına saplantılı i

Atölyelerde Masaya Yatırmalık Olmayan

Şimdi burada, bu noktada birçok parçalanmışlık var. Ben, bunlardan birine değineceğim.  Dil'e dokunmadan. Ben evime geliyorum, evim dediğim benim ailemin, benim doğduğum; yaşadığım yer. Ben bu kadar eskilerimin yanında bir bakıyorum ki başka kızlar var, başka kadınlar var- kafa yapısı derler- onların inançları ve tutamaçları var. Ben kafam ağır gelince onlara kahve içmeye gidiyorum, onlarla arabalara biniyorum, markasını söylemeyeyim pahalı arabalara, sonra böyle küt kesim 55 yaşında hanım teyzelerin bomontilerle dudak buluşturduğu yerlere gidiyorum, eller havaya falan diyoruz. Bardak çarpıştırıyoruz. Böyle yerlerde sezdiklerim, Istanbul’da, daha loş, saykodelya tınlayan yerlerde sezdiğim korkunçluklarla çarpışır mı acaba? Onu bilemeyeceğim. Ürkünçlüğün yüzdesini de alıyordur bazı makinalar. Bunu, ben es geçiyorum.  Burada, bazı şehirlerde, bazı mahallelerde kızlar seçilmenin peşinde, tercih edilmenin, farkında değiller enseleri dibinde esenin. Bu kızların anneleri var

Kırmızı Lark Hassasiyeti

Dedesini kaybetmiş bir çocuk nasıl ağlıyorsa öyle ağlıyordu. Alacahırka Mezarlığı’nda, mezarın başucundaki tümseğe tünemiş kıhır kıhır ağlıyordu. Canım çocuk. Canım çocuk, içini nasıl da çekiyordu. Birazcık yüreğiniz varsa içiniz burkulurdu. Dedesini de pek sevmezdi. Dedesi yaşarken onu sevip sevmediği üzerine hiç düşünmemişti, herhalde ölüm ona dokunuyordu.  Hikmet Dayı kırmızı kamyonu fırının önüne çekmişti. Olayın afilisi kırmızı fatih, göğsünü kabartmış duruyordu. Osman Amca, Hikmet Dayı'nın elini sıktı, “Hakkını helal et” dedi, eline 3 - 5 mavi kâğıt sıkıştırdı. Hikmet, minnet belirtisi olmadan fatihe seğirtti. Şöyle bir eğilip kamyonun altını kolaçan etti. Hikmet'in kalbi buz tutmuştu.  Çocuk mezara tünemiş kukumav kuşu gibi, ağlıyordu. Öyle ağlıyordu ki babası kalabalığın arasından ve allah büyüktürlerden sıyrılıp geldi yanına. Ensesinden tuttu kedi gibi, “Git yüzünü yıka, bi paket de kırmızı lark al bana,” dedi. Çocuk burnunu genzine çekti. Duvarlara kırakt