Kız kardeşlik. 

Okuduğum bölümden dolayı senelerce, kadınlar ve aralarındaki ilişkilere bir grup insan -çoğunlukla kadın- önderliğinde kafa patlattık. Edebiyat fakültesine yolunu gönülden geçen sebeplerle düşüren kimileri olarak hayatımızın yoğruluş açısından en ivmeli dönemlerinde hayata aynı fakülteyi, kimi zaman yurdu, kimi zaman aynı okunmuş kitabı paylaşarak devam ettik. Tüm bu süreç boyunca kendimizi çılgıncasına aradığımız o en erken dönemlerden değil de kendi yolumuzu hafiften bulduğumuza inandığımız, en azından kendi benliğimizin sesini tanır olduğumuz süreçte birbirimize kadınlar olarak kol kanat gerdik. İşte ben tam bu noktada, bu kol kanadın, nerede kırılmaya uğradığını sorgulamaya çalıştım bu gece ve çoğu zamandır. 

İçe dönük, geçmişe dönük, eve dönük bir insan olduğumdan dostluğun mahremiyetine ve kutsallığına çok önem verirdim. Hala aksini söylemem. Fakat zamanla, özellikle bu bahsini açtığım dönemlerin ardına yaşanılan kimi olaylar ve süreçler kimi kadın arkadaşlarımla yollarımın ilginç şekillerde ilerlediğini gösterdi bana. Bu yazıyı okurken eminim ki ben isim vermeyecek olsam da kendilerini tanıyacaktır kimi kız kardeşler. İzin verirseniz başlayayım.

Edebiyat fakültesi, vezneciler yurdu, laleli, süleymaniye, çemberlitaş, karaköy, cihangir, taksim ve tüm bu mekanların üzerine onlarca mekanda daha, kafelerde değil de sokaklarda, mümkünse ucuz çaylarla, şiir kitaplarıyla, öykülerle, fotoğraf makinalarıyla, nergislerle geçen dönemlerdi. Sizde de oluyor mu bilmiyorum ama ben artık bu mekanları ya da anlatılan anıları en güncel dönemdeki halleriyle hayal etmekten nefret ediyorum. Sanki her şeyin 4-5 yıl önceki hali güzelmiş gibi, hep eskisiyle hayal etmek istiyorum. Şimdi siz de öyle yapın. 

Biri vardı ki ona hep derdik sendeki nasıl bir umarsızlık kaygısızlık, şuradan mezun olsak kimseyi arayıp sormazsın. Fakat bu cümleleri kurduğumuz dönemlerde bile o zamanlarda bize ızdırap gelen gönül yangınlarımızı F tipi'mizin bahçesinde diğer tuvalet terlikli gönül kırgınlarıyla birlikte kötü sigaralar içerek saatlerce konuşur o hissin tanıdığı olduğumuzu belirtmek ister gibi sabahlara kadar birlikte volta atar, odalara girmez, üşür dururduk. Mevzular bağlanır da rahat bir uyku çekeceğimize inanırsak kimseyi uyandırmadan usulcacık giderdik yataklara. 24 saat aynı havayı- kelimenin gerçek anlamıyla- solumak zorunda kalış mizaçları birbirine uymayanları anında birbirinden tiksindirirken kimileri de böyle yoldaşlıklar çıkarıyordu işte kendine. Okul boyutu da keyifliydi işin. Herkes yurttan ne vakit çıkarsa çıksın aynı fakülte bahçesinde karşılaşmalar, saatlerce pineklemeler, okulu arka bahçe bellemeler, birbirlerinin yakınlarıyla büyümeler, kocaman kocaman gruplar olup ucuz pilav yiyerek ismet özel dizeleri yarıştırmacalar, bol bol kürtlük, bol bol ev hasreti vardı hatırladığım bu günlerde. Bu kız kardeşlerimden biriyle çok film izledik. Güzel, ağır filmlerdi kimileri. Bazen kimsenin sümük atmayacağı ucuz entellikte filmlerdi. Biz oturup izler ve kafa patlatırdık çünkü öğrenmeye inancımız çoktu, vardı. Kitaplar, disiplinler arası tüm alışverişler bizi çok keyiflendirirdi. Onunlayken, ona yüzümü döndüğüm her an beni şaşırtabileceği, doyurabileceği, dinleyebileceği, boş konuşmadan güzel cümleler kuracağı fikri mutlu ederdi beni. Tüm hoşnutsuz, huysuz, aksi ve kimi zaman aşırı kırıcı olan o yanlarına rağmen iyi hissederdim onunlayken. Artık odada geçirdiğimiz oksijensiz 35. saatten, aşırı yağlanmış saçlarımızla üzerimize yemekhane kokusu sinmiş kıyafetlerimizden sonra bir an çıksak mı diyerek birbirimizden giydiğimiz kötü kıyafetlerle öyle aniden kendimizi sokaklarda bir oraya bir buraya yürütmemiz, sonra belki oturduğumuz ilk çay masasında nerdesin erol derneğe gel dediğimiz an etrafımızda biriken güruh hoşumuza giderdi. Eşliklerimiz koşulsuzdu o dönem. Gel dediğimiz gelirdi. Boştuk, aylaktık, yalnızdık. En önemlisi yalnızdık. Başka kız kardeşler de vardı tabi güruhları neşelendirirdik farklı seslerle. Başka başka şehirlerde geçmişti çocukluklarımız. Ama nasıl büyümüşsek kendimize ait ortak düşen noktaları olan travmalarımız vardı. Para, baba, anne, cinsellik, aşk... Diğerlerinden daha ucube hikayelerimiz vardı, bunları sır diye vermezdik birbirimize, başkalarına asla söylenmeyecek olduklarını bilirdik. Başka bir kız kardeşim daha vardı. Onun da kitap okuyuşuna hayrandım; açılmamış sandukalığına, pürüzsüzlüğüne, beni okuyuşuna. O belki de beni ben diğer kız kardeşimi nasıl gördüysem öyle gördü. Erken muhabbetlerimden hayranlık seziyordum kendime yönelik. Hoşuma gidiyordu, okunmak, öğrenilmek istenmek, dinlenmek, çok. Fakat ben de ona öyle idim. O da benim için keşfedildikçe şaşırtacak bir gezi gibiydi. Onunla da huzurum boldu. Onu kimi zaman utandıracak şeyler anlatıp yanaklarının nasıl kocaman elma gibi olduğunu görmek beni çok keyiflendirirdi. Kırıntısını döktüğüm ne varsa ekmek yapar getirirdi. Ama sonra kız kardeşlerimle bir şeyler değişti. Çünkü hayatımıza erkekler girdi. 

Kimisi zaten vardı. Fakat zamanla ilişkilerimiz farklı yönlere temayül etmişti. Yani zaman ilerledikçe, o çay masalarına kendimizi ameliyata hazırlar gibi yatırdıkça kimileri bu yatıştan etkilenmiş o noktada dostluğun pek önemi kalmamış, erkek kardeşlerimizin aklına, kalbine başka şeyler gelmişti. Kimileri masalarımıza yeni yeni oturan kimselerdi. Onları tanıma aşamalarındaydık. Kimi zaman güruha eklenen bu yeni soluklar kız kardeşler arasında da heyecana sebep oluyordu. Kimisinde kasırga kimisinde meltem şiddetinde nükseden bu heyecanlar zamanla erkek kardeşlerin arzuları doğrultusunda ilerleyince kimi kız kardeşlerin istekleri sönmek zorunda kaldı. Arzunun yöneldiği kız kardeşler ise sonuçtan memnun, usul usul ilerlediler. 

Güruha sonradan giren ya da hali hazırda bulunan bahsi geçmiş, geçmemiş, ucundan dokundurulmuş, adı bile anılmamış birçok erkek ile dostluğum vardı. Eşliğinden ayrı ayrı çok hoşlandığım çok güzel insanlardı bunlar o dönemlerde. İlginçtir ki neredeyse hepsi bu kız kardeşlerimin ya öteden beri canı ya da sonradan işlerin ilerleyeceği üzre- cananıydı. Ben bu dostluklardan bu kadar keyif alır, sokaklarda seke seke yürürken işlerin canan boyutuna geçmesine de içerlemedim. Kaybettiğim dostluklar benim için büyük bir ziyandı. Kopuşlar elbette önce erkek tarafından oldu. Niyet tarza uygun kimi cümlelerle belli edilince, kimisine şaşkın kimisine beklenene göre tepkiler verdim. Fakat hepsine üzüldüm. Biliyordum ki eskisi gibi olmayacaktı, hepsi gidecekti. Varsın gitsindi, bu noktada başka tanımlamaların dostluğuma tercihi beni kıran tek şey idi. Onların işleri böylesine değiştirecek tarzda umarsız adımlarıydı. Ama en azından hala kız kardeşlerim vardı- yani artık siz tamamlayın, ya da ben öyle sanıyordum.

Ne zamanki bir evlilik programı tadında güruhumuz içinde birbirinden razı olanlar bu sefer iki kişi çay içmeye karar verdi işler o zaman değişti. Niyet okuma denir belki ama demek ki içe sinmeyenler varmış ki kız kardeşler de yavaş yavaş değişti. Belki o masalarda bizim kulağımız yetmediği muhabbetler, iç dökmeler gerçekleşti en başlarda, bilemeyiz. Fakat zamanla kız kardeşlerim başka kızlara dönüştü. Aylar geçti en büyük kız kardeşim usul usul çekti gitti. Fakat diğerinin değişimini gözlerimle gördüm. 

Eskiden bana huzur veren kız kardeşim artık farklı bir enerji veriyordu, yabancıladım bu durumu. Dilindekiler artık kitaplar, öyküler değildi. Sanki, nasıl desem aşık atar gibiydi. Sorulmayacak sorular soruyordu. O geceyi unutmam. En büyük acımın ardından bana sorduklarını ve ses tonunu asla unutmayacağım. İmalar, kinayeler bürüdü sanki dillerini. Zamanla geriye kalan ikinci kız kardeşim benim enerjimi düşüren derler ya, öyle biri oldu. Kimi günler onu gördükten sonra eski günlerimizden eser kalmaz, baş ağrıları ile üzerimde bir ağırlık var diye yataktan çıkamadığım anlarla baş başa kaldım, usulca ayrılmak istedim. Kopardım kendimi. Bu kez ilk kız kardeşimin bana yaptığını ben ona yaptım. Geçmişi çok özlediğim için uzaklaştım belki de. Bu konumu yediremedim, samimiyeti hissedemediğim, anlattığım şeylerin altının üstünün doldurulduğuna dair şeyler hissettiğim zaman artık onun yanında duramadım. Kopardım. Acaba bu kopuşu nasıl değerlendiriyordur o? Farkında bile değildir belki de bunun mu dersiniz? Sanmam, şanslıydı ki kendini olayacak çok şeyi vardı ya da belli ki oyalayacağı şeylerin çokluğundan dolayı böyle bir dönüşüm yaşadı. Bu dönüşüm onu mutlu ediyor mu bilmem, ama biz savrulduk gittik. Zaten en çok da merak ettiğim bu. Bunu yazma nedenim de bu. Bu kız kardeşler, kendilerini, hiç mi yalnız hissetmezler? Hiç mi geçmişlerini özlemezler? Eskiden neler neler yapar, konuşur, eder, yaşardık demezler? Ben ne yaptım da böylece uçtu yanımdaki insanlar demezler? Erkeklerin peşinde kuş gibi uçup onların konduğu her yere konarak bu kez 34 saat onlarla aynı oksijensiz havayı solumaya çalışarak pek mi mutlu yaşarlar? Sorarım. Bu sorulara hep olumsuz yanıtlar verecek çok insan vardı. Ama o insanlar bizim çocuklukta yaşadığımız tüm o ucube hikayeleri sakladıklarımızdı. Siz, biz, nereye gidersek gidelim o kadınlardan olmayacağımızı bildiğimiz için işte bu soruların meçhul yanıtlarını çok merak ediyorum. 

E tabi. Belki de onlarla hiç kız kardeş olamamışızdır. Kim bilir...






















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yazmama'ya Dair - I

Koca Bey ve Titrek Fincan Hanım

A Walk To Remember