Göğsü Üzeri Kesik Kırmızı

Susuzluğuma uyandım. Hava yakıyor/yanıyor. Soluklarıma odaklandıkça soluk almayı beceremiyorum, öyle kesik ve kısa ve korkak lokmalar alıyorum ki insanları ölümle kandırabilirmişim gibi geliyor. Uyumak adına iyi rol yapardım, ölüm farklısı değil.
Ayıldığımdan beri tavanı izliyorum. Kalkmaya yeltenip yeltenmediğim hakkında fikrim yok.
Üzerimde tonlar/sonsuzluk kadar ağır/ağırlığın sonsuzluğu. Öyle kısa ve küçük ve korkak ataklar yapıyorum ki kalkmaya dair, bedenimi salmaya, rahat bırakmaya çalıştıkça ağırlaşıyorum. Şu zaman içinde çok yoruldum/evvel zaman içinde.
Yanımda bir beden/sıcak/alev. Perdede yirmi sekiz, renkli surat/rengine aldanırsam kendimi mutlu sana-sayabileceğim yirmi sekiz surat/suratları, son anlarını yılanbaşlıya kurban etmişçesine donuk. Yanımdaki bedene ulaşmam, dudaklarımın arasından, yemek borumdan -bu yanlışlıkla nefes borum da olabilir, yatıyorum ve belki de kartonpiyer kıvrımlarıyla şekillenecek bir yılanbaşlı(?)- mideme birkaç damla sızdırması için dudaklarımı aralamam ve ses tellerimin titreşmesine sebep olmam gerek. Bunu düşündükçe bir sonsuzluk boyu orada/öylece durabilirmişim gibi geliyor. Yeni açılmasına rağmen tekrar/tekrar ve tekrar ağırlaşmaya başlıyor göz kapaklarım. Biri, vücudumun her noktasında, eşit derecede, yaratılmış en acı biberi gezdirmiş gibi/sürte çeke/cayır.
Dirseği çeneme çarpıyor/ölüm acısı/uyuşmuş. Çeneme çarpan dirseğe bağlı kolun ucundaki bileğe ilişmiş ayanın kavradığı 1.5 litrelik musluk suyundan sona kalmış 25 damlanın 4'ü, göğüs kafesime, boynuma, alnıma ve son mucize damla da dudağımın kenarına isabet ediyor. Refleks olarak fırlayan dilimle yanağıma doğru akan ve emildiği için gittikçe küçülen damlayı yok olmadan kaptığım gibi susuzluğuma veda ediyor, suya doyuyorum/gibi oluyorum. Bir an sonra, daha da katlanan susuzluğumla, alev alev yanarken tırnaklarımı ayalarıma geçiriyor/sıkıyor/sıktıkça daha da sıkıyor/sıkıyorum.
***
Deniz.
Sesi, nemi, kokusu ve kokusunun ağzımda bıraktığı tat ile hissediyorum. Gözlerim kapalıyken uzay boşluğunda seyreden bedenim gözlerimi açtığım anda sonsuzluğa kıvrılan sularla ilerliyor/yumuşak ve durgun. Öyle ki bedenimi saran ılık meltem mi denizin verdiği yumuşaklık hissi, yoksa engini gördüğüm zaman elimi, tenimi yüzeyindeki kıpırtısızlığa değdirdiğimde hissedeceğimi düşündüğüm ve belli ki hissettiğim o okşamışlık mı ayrımını yapamayacak kadar buradayım fakat ikisine ait kararı veremeyecek kadar da çakılıyım arafa. Vücudumu, özellikle ayalarımı yapış yapış edecek kadar nemli bu hava. Koku nasıl tarif edilir? Bilmiyorum. Açıklamak için kesif/ekşi/keskin kavramlarını kullanmak istemiyorum burnumun direğini sızlatacak kadar yeşil ve diri bu-
Anlatmaya çabalamadıklarım, dilimin ucundan kayıyor her defasında.
Toprak.
Ay ışığı, griliğiyle kırıyor aydınlığı/mat esinti. Sağ ve solumu sarmış devasa kayalıklar; adeta taş kesilmiş bir fanus içerisinde, yanılsamalar eşliğinde dikiliyorum. Ellerimi uzatıyorum dokunacak gibi hissettiğim kayalıklara/herhangi bir tarafıma meylederek yavaş adımlar atıyorum, sivriliklerini istediğim, nemli ve kırıntılı yüzeylerinden destek alacağıma emin olduğum anda yalpalıyorum ve- boşluk/binlerce kez. Bin-
Elimde boş/rüzgar/yumuşak
Birden her bir gözenek tıkanıyor/her bir gözenek damlalarla/her biri volkandan fırlamış bir lav parçası damlalar/yanıyorum/denizi reva görüyorum/sokulmak ve sokulmak istiyorum/adım atıyorum/sonsuza kadar adım/adımlarıma karşılık veren kumlar ayağımın altından bir-bir çekiliyor/adımlarım arkasında uçuşan kumlar fırtınalar-adımlarım ardı uçuşan kumlar, halkalar, girdaplar halinde etrafı sarıyor, burun deliklerime doluyor, göz pınarlarıma doluyor, dişlerimin arasında tıkırdıyor, ayalarımdaki nemle çamura dönüşüyor. Pislik-
Öğürmeme sebep oluyor/bir an önce denize kavuşup arınmak istiyorum/bedenimi tırnaklaya tırnaklaya kirlerimden arınmak, gözeneklerimi kahverengi noktacıklar haline getirmiş, saçlarımı parmaklarımla yokladığımda diplerinde binlerce kabuk bağlamış yara varmışçasına beni korkudan titretmiş pislikten, toz bulutundan bucak bucak kaçmak istiyorum/derken vücudum, uzuvlarım birbirine yapışmaya başlıyor, bal mumu gibi eriyorum/sırtım, kalçalarıma; ensem, bel oyuğuma değiyor/katman katman, yere yaklaştığımı hissediyorum/sonsuza kadar yaklaşıyorum/bir sonsuzluk kadar/deniz/eriyorum/ağız boşluğumdan içeri, diz kapaklarımın tadına bakıyorum, tadıma varıyorum/acımsı ekşilik/kum kusuyorum/kum nefesler/gözlerim on bin parça/kum görüyorum/gibi görüyorum.
Gökyüzü.
***
İrkilip başımı kaldırdığımda, etrafıma bakmama rağmen bulunduğum yeri algılayamadım. Zaman dilimim ve benliğim büyük bir boşluğun üzerine kurulmuş gibi, sebepsiz salınıverdi çekimsizlikte.
Eğer bu bir göl değilse ağzımın suyu, üzerine başımı koyduğum cisim üzerinde asimetrik bir şekil oluşturmuş. Başımı koyduğum cisim büyükçe bir taş değilse bir masa ve masanın üzerineki ağız suyuma yukarıdan yansıyan delinmiş bir ay değilse sanırım cızırdayan bir florasan ve ben kütüphanedeyim. Ortama adapte olmam, zihnimdeki şekillerin gediklerine oturması öyle kısa bir süre alıyor ki ömrüm boyunca nadir aralıklarla tattığım o, 'boşlukta olma hissi' içerisinde yaşama arzumu bir kez daha tadıyorum. Kısıtlanmışlık kapsamında öyle ağrıtmışım ki sırtımı, belimi sabit tutarak bir sağa bir sola çevirdiğim bedenimin isyanı şimdi ellerimin ve ayaklarımın acı korkusundan tutmamasına sebep oluyor. Başımı kaldırdığım andan itibaren beni hapsine almış gözlerin bedenim üzerindeki varlıklarının farkındayım. Farkında olma nedenimi kestiremiyorum. İnsanların bakışlarıyla ağırlaşıyorum. Fakat içlerinden yumuşak ve mahmur bakan, yakalamaya çalıştığım bir çifti tekrar arıyorum. Elbette tıpkı bakışlarıyla göz kapaklarımın yavaş yavaş, titreyerek kapanmasına sebep olmasından birkaç saniye öncesinde olduğu gibi beni izliyor. Yeni doğum yapmış bir kadın veya kendini tatmin etmiş bir erkek yorgunluğu, dinginliği, huzuru ve boşluğu var bakışlarında. Derken onunla kestiğim irtibatımı, merdivenlere yönelterek geriye ittiğim sandalyemden hışımla kalkıyorum. Arkama dönebileceğim birçok adım atmışken, kendimi en zora sokacak, uygunsuz yerde ardıma bakıyor, elbette ki birkaç milimle kaçırdığım gözlerini göremiyor, sendeliyorum.
***
Belimden ısırılmış gibi irkildi sağ tarafıma doğru kıvrılmış vücudum. Sol elimle, belimin sağ kısmını yokladım. Henüz bir darbe almışçasına korkak ve titrekti. Parmaklarımı, dikleşmiş tüylerimin üzerinde belli belirsiz gezdirdikten sonra, gözlerim karşı duvardaki karaltıya takıldı. Dolabın açık kapaklarının önünde durmuştu. Ben uyanmadan önce de orada mıydı bilmiyorum fakat ben onu fark ettikten sonra çok uzun bir süre daha aynı şekilde durdu. Ardından kapakları kapatarak yatağa geldi/buz. Titreyen vücudunu sakinleştirmek adına ona sarıldım, becerebildiğim kadarıyla sıktım. Alnıma yapışmış saçlarımı yenimle sıyırıp onu, tüm gücümle sıkmaya devam ettim. Alev almış vücuduma verdiği buz etkisi hoşuma gitmişti. Yorgun hissediyordum fakat bu şekilde uykuya dalamazdım. Vücudumun yeterince soğuduğunu anladığım zaman ona sırtımı döndüm.
-sırtını dönme/tıss/sss
Gecenin fısıltısı odada asılı kalmasın istedim:
Işıklar-
-sarıl
   -sarıl
     -sarıl.
-korkuyorum.
Gün ışığı diledim.
***
Deniz.
Sesi, nemi, kokusu ve kokusunun ağzımda bıraktığı tat ile hissediyorum. Denizin muallakta kalmış çizgisi üzeri teğet geçen ayı izliyorum. Griliği kamaştırıyor.
-denizden çıkan bir silüet/yaklaşır/yalpa yok/ilerliyor/ay gözlerimi kamaştırıyor bu sebeple gördüğüm; kenar çizgileri sürekli değişen, hızlı bir şekilde birbiri ardı dizilen bir/halka/içi karanlık/yaklaşıyor-
***
Bahçeye çıkıyorum. Herkes gibi ben de bir kuyruğa giriyorum sonunun kaynar çaya çıkacağı umuduyla. Önümdeki sırt çekilene kadar sıradan çıkıp nerede olduğumu kontrol etmiyorum. Adama bozukluğu ve o da kaynar çayı elime verene kadar sürüncemedeyim. Ardından amacıma ulaşmış bir şekilde kaynarı ağzıma götürüyor ve aldığım koca yudumla önce dilimin ucunu, ardından yemek borumu yakıyor, yakıyor ve yakıyorum. Parmak uçlarım kâğıt bardağın azizliğine uğrar, hissizleşir ve kaşınmaya başlarken ben dilimin ucunda yeni peyda ettiğim baloncukları sıkıyor, gözlerimden gelen yaşlar eşliğinde diğer bir elimle cebimden, ezdiğim tek dalı çıkarıyorum.
***
Duydum/saatler-günler-haftalardır sıkıyor olduğum vücudumu/öyle salmışım ki ben/kızgın sac üzeri atılmış buz. Her sabah korku ve sıkıntı veren ses bugün, bir barış andıymışçasına dolduruyor odayı/yavaş doğan güneş, yirmi sekiz sıkıntılı çehre ardı korkak adımlarla girdi içeri.
*tırnaklarımı çektim, bastırdığım ayalarımdan/bastırdığım boynundan/tırnaklarımı geçtim/göğsü üzerindeki kesik kırmızı şeritlerden/tavana boş bakan gözlerini yanık parmak uçlarımla örttüm.
-kurumuş dudaklarını sonsuza kadar öptüm.
***
Ağzını açıyor/söylüyor/ses ve koku öyle ki/tahammülsüz, korkum çullanıyor üzerime felaket öncesi bir gece ağırlığı/yankı-girintili kayalar boyu paslaşarak ilerliyor.
***
Cebimdeki sigarayı çıkarmaya dair çabalarım, sol elimdeki çay bardağından bacağıma bir miktar kaynar çay dökülmesiyle sonuçlandı. Eylemin aniliğiyle başta etkisini anlamlandıramadığım sıvı ardından, etime saplanmış binlerce iğne etkisi yaratarak derimi kızartmaya başladı ve bu ani kaza sonucu bardağımı küçük bir haykırışla yere attım.
***
Ardı sıra ses-sizlik. Bekliyorum her şeyi bir evren sırrıymışçasına/dalgalar peşi sıra gürül/tükenmişlik,
Ses geliyor/ben sessizliğin yükü altında gergin ve yorgun/ses geliyor/mânâlanıyor.
Yanıyorum/bal mumu gibi-eriyorum/duyduklarım uğuldaşıyor/korkular siliniyor, deniz-yeşil-kristal-kesif-engin siliniyor/ses tellerim
Uyanmaya çalışıyorum, derken, uyumadığımı fark ediyorum.


*Bu öykü Peyniraltı Edebiyatı Dergisi'nin 5. sayısında yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yazmama'ya Dair - I

Koca Bey ve Titrek Fincan Hanım

A Walk To Remember