Modern Bir Cadı İmgesi, 'Şarkı Söyleyen Kadınlar'



Kadınlar, ilk çağlardan beri doğayla özdeşleştirilmiştir. Tabiatla olan uyumları, bitki ve çiçeklerle girdikleri yakın ilişki onların 'şifacı' yönünü ortaya çıkarır. Diğer bir yandan psikanalitik okumalarda 'deniz' ile özdeşleştirdiğimiz kadın bize gelgitli ruhun, enginliğin ve doğurganlığın işaretini verir. Kadim inançlar ve mitolojide de kadının doğayla olan bağı dikkatimizi çeker. Gaia, yani toprak ana, tüm tanrı ve titanların yaratıcısıdır. Fakat geçen çağlar ardından, ilerlemenin getirdiği bu noktada insanoğlu mekanikleşmiş, kendini şehirlere hapsetmiş ve doğanın tahribatına neden olarak onun dilini unutmuştur. Kadının temsil ettiği doğaya ve uyuma karşı, erkeğin temsil ettiği toplar, tüfekler ve beton belki de milyarlarca yıldır sürdüğümüz hayatın en büyük çatışmasıdır. Günbegün kendini çıkmaza sürükleyen insanoğlu, doğanın yani kadının dilini tekrar anlamaya ve onunla bir uyum yakalamaya çalışmadıkça üzerimize çöreklenen bu ataerkil düzen her zaman devam edecektir.

Diğer bir yandan kadının doğayla yakaladığı bu uyum, onun kimi çağlarda bir 'cadı' olarak kabullenilmesine neden olmuş ve erkek ile doğa arasında köprü olan kadınlar yüzyıllarca büyü yaptıkları gerekçesiyle katledilmiştir. Doğanın dilini anlayan ve çoğunlukla hisleriyle hareket eden kadınlar, ataerkil düzen tarafından anlaşılmayarak yüzyıllardır zulme uğrar. 21. yüzyılda sağlıklı kalmanın en güzel yolunun 'delirmek' olduğu söylenir kimilerince. Deliliğin sınırlarında gezinen kadın hayal gücünün, bağışlayıcılığın ve uyumun dünya üzerindeki sesi olmalıdır. İşte tam bu noktada ben, Türkiye sinemasında Reha Erdem'in büyük bir rol üstlendiği kanısındayım. 2013 yılında vizyona giren "Şarkı Söyleyen Kadınlar" filminde Erdem, ana karakteri Esma'ya atfettiği özelliklerle onu deliliğin, doğayla uyumun ve bir eleştiri olarak sunduğu 'cadılığın' sınırlarında gezdirir. Böylece ataerkil sisteme ve çürümüş modern dünyaya yüzyılların acısını çıkaracak bir eleştiri sunar.

Deprem tehlikesinden dolayı boşaltılan ve atların birer birer bulaşıcı ve gizemli bir hastalıktan dolayı öldüğü Büyük Ada... Reha Erdem'in 'Şarkı Söyleyen Kadınlar'ı adeta post apokaliptik bir görünüm içerisindeki bu adada geçer. Ada, bir karantina alanıdır.

Filmde ana karakterimiz Esma'dır. Esma, Mesut'un evdeki yardımcısı, ama aslında bundan çok daha fazlasıdır. Ev işlerini yapmasının yanı sıra teknik işlerle de uğraşır. Elektrik arızalarını giderir, uyduyu tamir edebilir. Özellikle Mesut ve Mesut'un İstanbul'dan gelen hasta oğlu Adem'in gerginlik anlarında sükuneti sağlayabilen tek figürdür film boyunca. Hiçbir zaman sinirlenmez ya da bağırmaz. Aksine hayatından çok memnunmuş gibi davranır.

Esma her zaman ormanlarda gezinir, kendi kendine dolaşır ve sürekli dua eder. Fırtına veya şiddetli bir rüzgar çıksa dahi bu gezintilerine devam eder. Ormanlarda gördüğü atlarla konuşur. Atların hastalıklarından dolayı onlara karşı bir merhamet içerisindedir. Film boyunca, diğer insanları ormanda bir geyik gördüğüne inandırmaya çalışır fakat kimse ona inanmaz.

Esma, Ada'ya tıpkı Adem gibi dışarıdan gelen, yaralı karakterlerimiz Meryem ve Hale'yi himayesi altına alır. Böylece üç kadın, ormanlarda birlikte gezinmeye, hep birlikte şarkı söyleyeme başlarlar. Meryem, bir gece ormanda bilinmeyen biri tarafından dövüldükten sonra üç kadın karakterimiz bir tepede toplanıp şarkı söyler ardından hep birlikte denize dalarlar. Bu sahne kadınların doğayla ilişkisini göz önüne sermesi açısından oldukça önemli bir sahne. Mesut ve yakın arkadaşı Doktor kirli ve kapalı yüzme havuzlarında yüzerken, kadınlar bize neşeyle doğanın birer parçası olduklarını gösterir.

Esma aynı zamanda birer doğa üstü figür gibidir. Yani tanrısal özellikler de taşımaktadır. Elinde yemek tasıyla kayalıklardan düştüğü zaman biz onun öleceğini düşünürken, Esma neredeyse yaralanmamış bir halde ortaya çıkar. Esma'nın tanrısal güçlerinin en çok hissedildiği sahne ise Adem'i hayata döndürme sahnesidir. Adem ormanda kaybolduğu zaman Esma onu aramaya çıkar ve onu bulmak adına dua etmeye başlar. Allah'tan bir işaret ister. Çimlere uzanır. Esma çimlere uzandığı zaman kendinden geçerken doğanın yeşerdiğini, etrafın çiçek açtığını görürüz. Esma bu sahnede adeta kendisini doğaya kurban etmiştir. Ardından Adem'i bulur ve onu eve taşır.



Dikkat çekmek istediğim diğer bir konu ise filmde kadınların söylediği şarkılar, daha doğrusu Esma'nın uydurduğu demeliyim. Başta oldukça gelişigüzel sıralanmış kelimeler gibi görünse de detaylıca incelediğimiz zaman bu şarkıların sıkı sıkıya birer ataerkil düzen eleştirisi olduğunu görüyoruz. "Kaplan" şarkısı bu noktada en büyük öneme sahip. Esma Meryem'le ormanda otururken birden ağzından şu sözler dökülür: "Bir hayal et... Kaplan aniden kaplan olduğunu hatırlıyor, bir kadına bakıyor, bir tasmaya bakıyor. Kaplan kapıyor... Kaplan kaplan otur kaplan, terliğimi getir kaplan, gazetemi götür kaplan. Kaplan kaplan nankör kaplan, kafesine git yat kaplan..." Bu sözler açıkça görüldüğü üzere evin içinde iktidar kurmuş erkekliğe bir eleştiri değeri taşıyor. Üç kadının denize atlarken söylediği, "En rahat yatak deniz, en geniş deniz..." cümleleri ise doğayla ilişkilerinin bir kez daha altını çiziyor. Meryem dayak yedikten sonra söyledikleri, "Rüzgar rüzgar al götür, rüzgar aklımı süpür," dizeleri ise bize kadınların 'deliliğe' olan meyillerini vurguluyor. Delilik, hayatla başa çıkmanın en güzel yolu olarak gösteriliyor.

Ve gelelim benim üzerinde durmak istediğim, filmin en can alıcı noktasına. Esma film boyunca bize bir şifacı hatta bir 'cadı' imgesiyle sunuluyor. Ne zaman bir hastalık ortaya çıksa, Esma onu iyileştirmek istiyor. Film boyunca sürekli "köksemen otu" kaynatıyor. Araştırmalarımda bu otun varlığına dair bir bilgiye rastlamadım. Fakat öyle ya da böyle Esma sürekli insanları iyileştirme çabası içerisinde. Sık sık ilginç şarkılar söyleyerek, dua ederek, hayvanlarla konuşarak ve otlar kaynatarak sanki büyü yapar gibi bir hal içerisinde. Ayrıca film boyunca hakim olan kasvetli atmosfer ve fırtına bana cadıların çok önemli bir yere sahip olduğu bir eseri anımsatıyor: Macbeth.

Shakespeare'in bu muhteşem oyununun giriş sahnesinde üç cadı şimşek ve gök gürültüsü altında büyü yapmaktadır. Hava sisli ve kirlidir. Etraftaki duman tekinsiz bir atmosfer yaratır. İşte bu atmosferin aynısı, 'Şarkı Söyleyen Kadınlar'ın son sahnesinde kendisini var ediyor. Esma, Meryem ve Hale tıpkı Machbeth'in üç cadısı gibi Adem'in etrafında toplanıyor ve Adem'i boğuyor. Bu sahnede arka fonda verilen müzik bile bizi Macbeth'in uyarlamalarına götürür. Ardından Esma ormana kaçar, Mesut Esma'yı kovalarken ormanda bir yangın çıkar ve o meşhur duman peyda olur. Derken Mesut bir ağacın altında kalır yani doğanın gazabına uğrar.

Son olarak dikkatinizi çekmek istediğim bir nokta var. Bu, araştırmalarımı yaparken beni en çok heyecanlandıran detay olmuştur. Esma kelimesi Arapça bir kelime ve anlamı ne mi dersiniz? Esma'nın anlamı bir cadının vazgeçilmezi olan, kazan.

Reha Erdem, "Şarkı Söyleyen Kadınlar"da, kadınları doğanın birer parçası halinde tasvir ederken, çürümeye yüz tutan şehirle birlikte verilmiş erkek karakterler Mesut gibi saldırgan, Adem gibi hasta ve eski işkence Doktoru gibi katı yürekli bir tasvirle ortaya konulmuş. Erdem, ataerkil sisteme olan bu eleştirisini ise dünya tarihinde kadınlığın en önemli imgesi haline gelen ve katliamlarla haksızlığa uğramış 'cadı' imgesini gözler önüne sererek sunmuştur.

*Bu yazı Film Arası Dergisi'nin 61. sayısında yayınlanmıştır.
Link: http://www.tsa.org.tr/tr/makale/makalegoster/6824/modern-bir-cadi-imgesi--sarki-soyleyen-kadinlar



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yazmama'ya Dair - I

Koca Bey ve Titrek Fincan Hanım

A Walk To Remember